Arap abecesiyle yazılan ve ancak büyüteçle okunabilen bir yazı türü …

Gubari,

Eski harflerle yazılan bir çeşit ince yazı.

Bu isim Arapça toz demek olan gubardan alınmıştır. Yazı, toz gibi ince yazıldığı için bu adı almıştır. Eski Türk devletlerinde güvercin postalarıyla gönderilen mektuplar bu yazı ile yazılırdı.

Gubari hattı kaynaklarda gubarü’l-hılbe, kalemü’l-hılbe, kalemü’l-cenah olarak da adlandırılır. Gubari yazı, çok küçük yazılması sebebiyle her çeşit yazıya uygulanabilirse de, yapısı itibariyle daha ziyade nesihle birlikte nesta’lik ve rik’a yazılarına daha uygun düşmektedir. Eskiden posta vazifesini gören güvercinlerin kanadına bağlanan mektuplar gubari hattıyla yazıldığı için bu yazıya “kalemü’l-cenah” (kanat yazısı) adı da verilmiştir.

Cepte taşınacak veya savaşta sancaklara takılacak kadar küçük boydaki mushaflarda ve içleri boş iri harflerin iç kısmına ayet ve hadislerin yazılmasında gubari yazı kullanılmıştır. Bu gün pek çok evin duvarlarını süsleyen, büyük boydaki bir tabaka kâğıda sığdırılacak şekilde yazılmış Kur’an-ı Kerim levhaları ve “Yasin” kelimesinin içine sığdırılmış Yasin Suresi levhaları bu yazı için örnek teşkil etmektedir.

Tarihte bu yazıyı iyi yazdığı için “Gubari” unvanını alan ve mahlasını kullanan hattat ve şairler vardır. Bunlardan İstanbul’da Sultan Ahmed Camiinin yazılarını yazan Seyyid Kasım (ö.1034/1624-25 ), bir pirinç tanesinin üstüne İhlas Sûresini yazmış ve bundan dolayı “Gubari” ünvanıyle meşhur olmuştur. Şeyh Hamdullah’ın oğlu Mustafa Dede’nin talebesi olan Akşehirli Abdurrahman Gubari de ( ö.974/1566 ) hem hattat hem şair olarak aynı mahlası kullananlardandır.

Bu kabil yazıların sanat kıymeti inceliklerindendir. Gelişi güzel yazılamayacağı cihetle, sanatkâr olmayanlar bu yazıyı yazmaya pek de muvaffak olamazlar. Sokollu Mehmet Paşa’nın bilye şeklinde hürmüz incilerinden bir tesbihi vardı. 99’ luk bu tesbihin şahane inci taneleri üzerine gubari hat ile Kur’an-ı Kerim’in tamamı yazılı idi. Ancak özel büyüteçle okunabildiğini söylemek, bu hat türü ve hattatının sabır ve mahareti hakkında bir fikir verir.

Atardamar iç gömleğinde oluşan yozlaşma…

Aterom,

Atardamarların iç ve orta tabakalarında yer yer kolesterinli yağ birikmesi ve ya bu damarların yıpranmasıyla ortaya çıkan doku bozuklukları. Damarlarda, yağ birikimiyle birlikte çeper sertleşmesi de görüldüğü için aterom bir damar sertleşmesi türü olan ateroskleroza da yol açar.

Atardamarların duvarlarında oluşan anormal yangısal (enflamatuvar) makrofaj akyuvar birikmesidir. Bu anatomik bozukluklar (lezyonlar) çocukluğun geç döneminde, yaklaşık 10 yaşından önce gelişmeye başlar ve zamanla iyice gelişir. Cerrahi müdahale ile, örneğin baypas ameliyatıyla atardamar yerine yerleştirilmiş toplardamarlar hariç, toplardamarlarda aterom gelişmez.

Bu birikimler arter tüpünün endotel tabakası ile düz kas tabakası arasında olur. Patologlar, aterom oluşumunun gözle görünür ilk aşaması için “yağ çizgisi” terimini kullanmışlarsa da aslında ateromlar yağ hücreleri içermezler. Kalp veya arterlerden bahsedilirken aterom için “plak” (Fransızca “plaque”) terimi de kullanılır. Ateromun gelişim sürecine toplu olarak aterojenez, hastalık sürecinin sonucuna da ateroskleroz denir.

Aterom, kolesterinin yutar hücreler içinde toplanması veya kristaller oluşturmasıyla meydana gelir. Yozlaşan bu kesim daha sonra kireçlenir. Kristaller ancak kireçlendikten sonra röntgende görülebilirler. Atardamarların daralmasına veya çeperlerin esnekliklerini yitirmesine bağlı olarak kan akışı azalır. Aterom bu nedenle tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Ateromlu damarlar uzar, sertleşir ve biçimlerini kaybederler. Sonuçta kan akımı birdenbire durur ve iç organlarda enfarktüse, kol ve bacaklarda kangrene veya beyinde yumuşamaya yol açar. Bazı durumlarda damar kopmaları olur ve şiddetli kanamalar görülür.

Ateroma, hormon dengesizlikleri, şeker, damla gibi hastalıklar ve aşırı şişmanlığa bağlı olan kolesterin birikmesi sebep olabilir. Hastalık perhiz yaparak, kan pıhtılaşmasını önleyici ilaçlar ve hormon dengesizliklerini giderecek hormonlar kullanarak tedavi edilir.

Kaynakça, http://tr.wikipedia.org

Etiyopya' nın para birimi…

Birr, Etiyopya’ nın Para Birimdir. ETB,

Birr (Amharca ETB) ya da resmi adıyla Etiyopya Birri,

Etiyopya’ da kullanılan para birimidir. Etiyopya Milli Bankası tarafından dağıtılır. Birr’ in altbirimi santim (Fransız, centime’ den alınmıştır), ve 1 birr 100 tane santim’ e bölünür. Bozuk paralar 1, 5, 10, 25 ve 50 santim sürümlerinde, kağıt paralar ise 1, 5, 10, 50 ve 100 birr sürümlerinde mevcuttur.

Etiyopya,

Federal Demokratik Cumhuriyeti (Amharca: Ityopp’ya Federalawi Demokrasiyawi Ripeblik),

Türkçe’deki diğer adı Habeşistan olan bir doğu Afrika ülkesidir. Habeşistan (Köleler Ülkesi) ismiyle bilinen Etiyopya, tarihte bilinen en eski medeniyettir

Ülkenin başkenti yerel dilde “yeni çiçek” anlamına gelen Addis Ababa’dır. Sudan, Eritre, Cibuti, Somali, Kenya ve Uganda Etiyopya’nın komşularıdır.

Ülkenin Kızıldeniz boyunca uzanan sahil bölgesinin, 1993’te yapılan bir halk oylaması sonucunda Eritre adıyla bağımsızlığını ilân etmesi Etiyopya’nın Kızıldeniz ile olan bağlantısının kesilmesine ve ülkenin bir kara devletine dönüşmesine neden olmuştur. Din olarak, İslamiyet %24-26, Ortodoks 55%, Protestan 7%’tir.

Etiyopya’nın resmi dili Latin Alfabesi’nden oldukça farklı bir alfabe olan ve Amhar Alfabesi denilen bir alfabeyle yazılan Amharcadır. Ancak ülkede Amharca’dan başka, çok sayıda etnik topluluğun bulunmasına parelel olarak birçok yerel dil ve lehçe ile beraber İngilizce de konuşulmaktadır. Bu konuşulan yerel dil ve lehçelere; Tigrinya Dili, Oromigna Dili, Guaragigna Dili, Somali Dili ve Arapça’yı örnek olarak verebiliriz.

Denizli' nin Honaz ilçesinde, "Yeraltındaki Pamukkale" de denilen bir mağara…

Kaklık Mağarası,

Doğal sit alanı olarak belirlenen Kaklık Mağarası, yaklaşık 2 -2,5 milyon yıl önce çökelen kireçtaşlarını kükürtlü termal suların eritmeleri sonucu oluşmaya başlamıştır. İlk oluşan yeraltı boşluğunun tavanının çökmesi sonucu meydana gelen çöküntü konisinin üzeri, mağara dışındaki bir kaynaktan gelen karbonatlı suyun oluşturduğu traverten havuzları ile kaplıdır.

Pamukkale’deki havuzlara çok benzeyen bu şekiller, basamaklar halinde üst üste gelişmiştir. Mağara ağzından şelale oluşturarak giren sular, bir havuzdan diğerine geçerek, güneş ışınlarının gün içindeki geliş açılarına göre her an değişen görüntüler yaratmaktadır. Mağara duvarlarında yosun ve küçük sarmaşıklar gelişmiştir. Gün içinde yeşilin değişik tonlarında renkler alan bu bitkiler, güneş ışınlarının etkisiyle, mağaraya son derece ilginç bir güzellik katmaktadır. Mağara içindeki gezinti yolları, bu koninin etrafından geçmektedir.

Kuzeybatı-Güneydoğu yönünde 65 m., kuzeydoğu-güneybatı yönünde 40m. uzunluğu olan Kaklık Mağarası’nın daire şekilli olan girişi 13 x 11 m. boyutundadır. Girişe göre (0 m.) en derin noktası -14 m. ve toplam uzunluğu 190 m. tavan yüksekliği 2-5 metreler arasında değişen mağaranın güneybatı kenarında ikinci bölümü yeralır. Yaklaşık 40 m. devam eden bu bölümün içi çökmüş bloklarla kaplıdır. Buna karşılık ana galerinin hemen hemen tamamı mağara dışından çıkan ve büyük bölümü şelaleler yaparak mağaraya akan kaynak suların oluşturduğu travertenlerle kaplıdır. Basamaklar halinde havuzlarda oluşan ve tavanın çökmesi sonucu meydana gelen bloklar üzerinde gelişen beyaz renkli bu travertenler Pamukkale’nin küçük bir benzeridir. Mağaranın 78 m. batısında bulunan ve aynı yeraltı sisteminin parçası olan başka bir mağaradan çıkan kaynak şelaleler yaparak mağaranın içindeki suya karışır. Hidroloji ile özellikleri aynı olan bu kaynakların debileri farklıdır.

Pamukkalede bulunan travertenlere benzer, traverten basamaklarıyla eşine rastlanmaz güzellikte olup, Küçük Pamukkale veya Mağara Pamukkale olarak adlandırılmaktadır. Mağara içersinde bol miktarda termal su bulunmaktadır. Berrak, renksiz ve kükürt kokulu olan bu su varlığı bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği bilinmektedir. Ayrıca mağaranın yakınında ziyaretçilerin istifadesine sunulmak üzere yapılan yüzme havuzu, küçük amfi tiyatro, seyir alanları, kafeterya ve kameriyeler mayıs 2002 tarihinden itibaren turizmin hizmetine sunulmuştur.

Düden-kaynak, çöküntü obruğu konumlu aktif bir magara olan “Kaklık Mağarası”nın çevresi; Mesozoik kireçtaşları, Eeosen marn, kil, kumtaşı ve konglomeraları, miyosen-pliyosen yaşlı kil, kum, Marn ve kalkerler ile kuveterner’e ait traverten ve alüvyonlardan meydana gelmiştir .

Düden-kaynak, çöküntü obruğu konumlu aktif bir mağara olan “Kaklık Mağarası”nın çevresi; Mesozoik kireçtaşları, Eeosen marn, kil, kumtaşı ve konglomeraları, miyosen-pliyosen yaşlı kil, kum, Marn ve kalkerler ile kuveterner’e ait traverten ve alüvyonlardan meydana gelmiştir.

Kaklık Mağarası’nın doğrudan gün ışığı alan ve sürekli damlayan veya akan duvarlarında, sık bir yosun ve küçük yapraklı sarmaşık türü bitkiler gelişmiştir. Aydınlanmaya bağlı olarak gün içinde yeşilin değişik tonlarını alan bu bitkiler, mağaraya ayrı bir güzellik katmıştır.

Kükürtlü termal sularının çökelttiği kireç taşlarından oluşturduğu muhteşem bir tabiat harikasıdır. Mağaranın içi traverten havuzcuklarıyla doludur. Mağaranın ağzından şelale oluşturarak giren sular, bir havuzdan diğerine akarken muhteşem bir renk cümbüşü sunar izleyiciye. Bembeyaz travertenler ve birinden diğerine akan suların yarattığı renk cümbüşünün seyrine doyum olmaz.

Tatlı su levreği…

Perki,(Rumca).

Tatlı su levreği (Perca fluviatilis).

Bargam,

Kalinos,

Taranga.

Percidae familyasından bütün Avrupa’da yaygın olan bir etçil tatlısu balığı türü. Türkiye’de batı karadeniz ve marmara bölgesinin tatlısularında bulunur. Hem balıkçıların hem de tüketicilerin sevdiği lezzetli bir balık türüdür. Dış özelliklerinin bazıları göğüs ve karın yüzgeçlerinin kırmızıkızıl rengi ve bütün levrekler için tipik olan sert dikenli sırt yüzgecidir. Çoğunlukla vücudunda 6 ile 8 adet arası yukarıdan aşağıya incelen çizgiler vardır, ve alt dudağı üsttekinden daha öne çıkıktır. Tatlısu levrekleri 40 cm büyüklüğe kadar ulaşırlar, ama 50 cm büyüklükte tutulmuş olanlarıda vardır. Tatlısu levreklerinin böyle bir ölçüye ulaşmaları çok uzun sürer; 8 ila 10 yaşına varmış olanları ancak 25 cm boyunda olurlar.

Dişileri su kıyısının yakınında alçak su seviyesinde yumurtlarlar. Yumurtadan çıkan yavrular ilk önce su yüzüne çıkıp hava-torbalarını hava ile doldururlar. Bu yavrular akıntıdan derin sulara taşınırlar ve orada plankton’dan beslenirler. Birkaç hafta sonra alçak suya geri dönerler ve orada sivrisinek kurtçukları ve diğer böcek kurtları ile beslenmeye başlarlar.

Göllerde yaşıyan tatlısu levreklerinin yavruları henüz küçükken sazangiller yavruları ile aynı yemlerden beslendiklerinden dolayı, bir rekabet içinde yaşarlar. Bazı koşullar altında bu sazangiller yavruları, dahada büyümüş olan tatlısu levreğinin yemi olur. Gıda kıtlığı olan dönemlerde, tatlısu levreği yamyamlaşıp kendinden küçük tatlısu levreklerini yiyebilir.

Derin göllerde tatlısu levreği kış soğuğunu büyük derinliklerde geçirir. Bu zamanı atlatabilmeleri için en az 6 C° su sıcaklığına muhtaçtırlar. Avrupa tatlısularına, diğer bir tatlısu levrek türü olan Gymnocephalus cernuus bırakıldığından beri, tatlısu levreğine yeni bir rekabet olmuştur. Önümüzdeki on yıl içinde bu gelişmenin sonucu ne olacağı henüz bilinmemektedir.

Kaynakça;

http://tr.wikipedia.org/

1 1.822 1.823 1.824 1.825 1.826 1.830